© 2006 Alancuma   -   web tasarım: k@di®ing

ALANCUMA KÖYÜ
Google
Web Alancuma
. .

İhtilal sonrasında Kafkasya

 

Bitmeyen bağımsızlık mücadelesi

 

Sovyet hükümeti 1920 tarihinde aynı baskı politikasını izleyerek yeni kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ne silah zoruyla son vermiş ve bu coğrafyada Moskova'ya bağlı küçük idari bölgeler kurmuştu. Bunun ardından Kremlin dini inançlar dahil her türlü özgürlüğü yasaklayarak bölgede kollektivizasyon ve kolkhoz sistemini yerleştirme çabasına girdi bu dayatmacı uygulamalar karşısında halk 2. Dünya savasına kadar bıkmadan usanmadan mücadele etti. Mesela Kremlin'in Hitler yanlısı politikalar izlediği dönemde Almanların ham madde ihtiyacını karşılamak amacıyla Ruslar 1940'ların başında Kafkasya'daki kaynakları kullanmak istediler. Fakat Çeçen-İnguş ve Karaçaylı gerillalar daha önce 1929 ve 1930 da olduğu gibi Rusların bu kaynakları kullanmalarına engel oldular. 1941'de Rus Alman savaşının patlak vermesinden önce Çeçen -İnguş , Karaçay ve Balkar topraklarının büyük bir bölümünü NKVD birlikleriyle gerillalar arasında şiddetli çatışmalara sahne oluyordu. Hitler'in Rusya ya savaş acımasıyla birlikte bu çatışmalar daha da şiddetlendi. Sovyetlerin esas istedikleri de buydu zaten çünkü bu kargaşa ortamında savaşı bahane ederek her türlü uluslar arası anlaşma ve müeyyideleri ihlal edebilirlerdi. Bu sayede akla hayale gelmeyecek barbarlık örnekleri sergileyen Ruslar bağımsızlık yanlısı Kuzey Kafkas halklarını sindirmekte muvaffak oldu.

Kuzey Kafkasyalıların 1864'te yenilgisiyle sona eren ve 2 asırdan fazla süren Kafkas-Rus savaşının temelinde de Kafkas milletinin bağımsızlığına olan düşkünlüğü yatmaktaydı. Bu yenilginin ardından 1 milyonu aşkın Kuzey Kafkasyalı vatanlarından sürüldü fakat yinede kalplerinde bağımsızlık ve hürriyet ateşi sönmedi.

 

Bolşevizmin kukla cumhuriyetleri

 

Bundan tam 54 yıl sonra 1917 Bolşevik devriminin sağladığı ortamdan da istifade ederek Kuzey Kafkasyalılar bir araya gelip Bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni kurdular. Ki bu Cumhuriyet Lenin hükümeti de dahil olmak üzere bir çok devlet tarafından resmen tanındı fakat 1920 yazında Kızıl Ordu Kuzey Kafkasya'yı tekrar işgal etti. Kanlı mücadelelerin ardından Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan da Ruslar kontrolü ele geçirdi. Bu işgalin ardından Bolşevikler Kuzey Kafkasya'da kendi denetimlerinde bir Cumhuriyet kurdular. Fakat Kafkas milletinin bir bayrak altında toplanmasını kendisi açısından tehlikeli gören Sovyet hükümeti bu cumhuriyeti daha ufak özerk cumhuriyetlere ayırdı. Bu özerk cumhuriyetlerin başlarına da Bolşevik demagojisinin esiri olmuş komünist kukla yöneticiler getirdi. Aslında bölgede otoriteyi elinde tutanlar komünist partiye karşı sorumlu olan parti sekreterleriydi. Bölgedeki GPU ve Kızıl Ordu birlikleri de bu sekreterlerden emir alıyordu.

 

Bolşeviklere neden isyan edildi?

 

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin özerk bölgelere bölünmesi ardından Bolşevikler bu bölgelerde Sovyetleştirme planlarını uygulamak istediler. Ancak bu dayatmacı uygulamalar halkın şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Ve çoğu zaman silahlı birlikler halkı şiddet kullanarak sindirmeye çalıştı. Tüm bu baskılar neticesinde memnuniyetsizlik daha da arttı. Bu hoşnutsuzluğun temel sebepleri şunlardır:

1- Özerk statü beraberinde bir çok kısıtlama getirdi. Ayrıca Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin kurulmasında ön ayak olmuş aydınların çoğu öldürüldü.

2- Bolşevikler insanların çok önem dini inançlarına yasak getirdi. Ardından tüm İslami kurumları kapattılar. Ayrıca basın ve radyo aracılığı ile aleyhte propaganda başlattılar.

 3- Müslümanların hacca gitmeleri ve anavatanları dışında yaşamak zorunda kalan soydaşlarıyla görüşmeleri yasaklandı. Hatta kendi akrabalarıyla dahi görüşmeleri suç ilan edildi.

Stalin tarafından 1929 da başlatılan mecburi kollektivizasyon Kuzey Kafkasya da sert bir direnişle karşılaştı. Kuzey Kafkasyalılar binlerce yıldır özel mülkiyetlerine sahip olarak ve de buna saygı duyarak yaşamışlardır. Kollektivizasyonun uygulamaya konulmasıyla birlikte özel mülkiyetlerine el konulmak istenilmesi ve köylü sınıfının ortadan kaldırılmaya çalışılması insanları resmi idareye karşı itaatsizliğe sevk ediyordu. Sovyetlerin idaresi altında olan halklara karşı tutumu Kafkasyalıların gelenek ve ahlak yapıyla taban tabana zıttı.

Sovyet idaresine karşı ayaklanmaların altında yatan bu etkenler isyanları daha da şiddetlendirdi.

 

Büyük isyan

 

1929-1930 da Çeçen-İnguş ve Karaçay-Balkar halklarının önderliğinde büyük bir isyan patlak verdi. Bu ayaklanma Kızıl Ordu ve GPU birliklerine karşı gerçek bir askeri mücadeleye dönüştü. Çeçenler kendi bölgelerindeki tüm resmi kurum ve kuruluşları ele geçirip Sovyet yetkililerini esir aldılar. Baksan, Chegem, Khulam ve diğer dağlık bölgeler Kafkasyalıların kontrolüne geçti ve komünistlerden temizlendi. Parti ve kollektivizasyon taraftarı olanlar ya tutuklandılar yada idam edildiler. Komünistler çok zor bir durumda kalmışlardı. Zira Balkarlar tüm dağ geçitlerini ele geçirmişlerdi ve Rus birliklerini rahatça püskürtebilecek bir durumdaydılar. Karaçaylar da Balkarlar ve Çeçenlerle aynı anda isyan bayrağını açtılar ve kendi bölgelerinde kontrolü sağladılar. Ayrıca Mikoya - Shakhar ve Kislovoksk şehirlerini kuşattılar. Durumun kendileri açısından kötüye gittiğini fark eden Ruslar bölgeye çok sayıda tank, zırhlı araç, ve uçak sevk etti. Savaş tüm şiddetiyle 4 ay sürdü. Dağıstan da ise 1 sene devam etti.

 

Kremlinin oyunu

 

Kremlin Kazaklar, Ukraynalılar, Kırımlılar ve Türkistanlıların da Rus idaresine karşı tavır alması üzerine bağımsızlık için savaşan Kuzey Kafkasyalılar karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Bu insanların direncini silah zoruyla kıramayacağını fark eden Sovyet hükümeti stratejisini değiştirdi. Kolhozların kaldırılamayacağına dair sözler verilen propaganda metinleri uçaklarla bölgeye atıldı. Stalin'in bu manevrası başarılı oldu ve bağımsızlık yanlısı Kuzey Kafkasyalılarla arabuluculuk yapacak yerel komisyonlar kuruldu. Ardından silahlarını bırakmaları şartıyla bu mücadelede yer alan liderler dahil herkesi kapsayacak genel af ilan edileceği duyuruldu. Kuzey Kafkasyalıların çoğu Stalin'in verdiği sözlere kanıp evlerine geri döndü. Ancak hepsi daha sonra bu yaptıklarına pişman oldu. Çünkü silahlarını teslim ettikten hemen sonra Ruslar Kuzey Kafkasların tümünde askeri operasyonlar başlattı. Çeçen ya da ve diğer bölgelerde tutuklanan insan sayısı 70.000'i buldu. Tutuklanan bu insanlar GPU tarafından ağır cezalara çarptırıldılar. Tutuklanan insanlar ya toplama kamplarına gönderildi ya da idam edildi. Sadece Karaçay ve Balkarlarda 3.000 den fazla kuzey Kafkasyalı idam edildi. Bu trajik olay Rusların ne kadar alçakça oyunlar oynayabileceğini göstermesi açısından çok önemlidir.

1935-1936 yılları olaysız geçti. Bağımsızlık yanlısı gruplar susturulmuştu. Bu sebeple her hangi bir isyan hareketine gelişme gözükmüyordu. Ancak tüm Kuzey Kafkasya halkları Bolşeviklere güvenilemeyeceğini çok acı bir biçimde öğrendiler.

Bir süre sonra Stalin yeni bir yasa çıkararak Çeçen-İnguş, Kuzey Oset ve Karaçay-Balkar özerk bölgelerine özerk Cumhuriyet statüsü verildiğini ilan etti. Bu yeni yasa halkın tükenmek üzere olan ümitlerinin yeşermesini sağladı.

Fakat bu olayın üzerinden henüz altı ay geçmişti ki yeni bir felaket Kuzey Kafkasyalıların kapısını çaldı. Yezhovshchina olarak anılan bu dönem içerisinde Kuzey Kafkasya'da cereyan eden insanlık dışı Rus muamelesinin bir benzeri başka hiç bir bölgede yaşanmamıştır. Aydınlar ve de özellikle halka önderlik yapan liderler Kuzey Kafkasya'yı SSCB'den ayırıp bağımsız bir burjuva devleti kurma amacıyla devrim karşıtı isyan hareketlerini organize etmek suçlamasıyla tutuklandılar. Bu değerli şahsiyetlerin çoğu idam edildi veya Sibirya'daki kamplara gönderildi. Bolşevikler aydın kesimi bu şekilde ortadan kaldırdıktan sonra söz konusu halkların ulusal edebiyatlarına el attılar. Kremlin SSCB bünyesinde yer alan Kuzey Kafkas ve Türk halklarının alfabelerini değiştirip Kril harflerini kullanmalarına karar verdi ve onlara gelecekte milli kültürlerini Rus eksenine oturtmalarını tavsiye etti.

 

Yeniden alevlenen özgürlük ateşi

 

Yezhovshchina sürecinde vuku bulan bu gelişmeler Kuzey Kafkasyalıları derinden sarstı. Toplumun önde gelen aydınlarının katledilmesi ve alfabelerinin Rus harflerine çevrilmesi Kuzey Kafkasyalıların milli gururlarını yaraladı. Bu ümitsiz durum karşısında tek çıkar yol komünizme karşı yeni bir savaş gözüküyordu. Kısa bir süre sonra Karaçay Balkar'da yeni bir bağımsızlık mücadelesinin ilk meşalesi yakıldı. Mücadele tüm Kuzey Kafkasya ya yayıldı ve 1940'da özellikle Çeçen-İnguş bölgesinde çatışmalar oldukça şiddetlendi. Dağlık bölgelerin büyük bir kısmı Bolşeviklerden temizlendi. Bu sefer isyan bayrağını açanların liderliğini İzrallov yapıyordu. İzrallov'un başkanlığında geçici bir Çeçen hükümeti kuruldu.

1941'de Alman Sovyet Savaşı patlak verdiğinde İzrallov'un başlattığı hareket etkinliğini iyice arttırmıştı. İzrallov Bolşevikleri yurtlarından kovup tüm Kuzey Kafkasya'yı Kremlin'in zorbalığından kurtarmak için halka çağrıda bulunuyordu.

 

Almanların Kafkasya'ya gelişi

 

Ağustos 1942'de Alman orduları Rostov'dan hareket edip Kafkasya'ya girdiler. Kızıl Ordu birlikleri hiçbir direniş göstermeden geri çekildiler. NKVD birlikleri de VKP'nin emirleri doğrultusunda dağlara çekilip Almanlara karşı gerilla savaşı vermeyi düşündü. Fakat Karaçay ve Balkarlar onları rahat bırakmadı. Bu çatışmalar esnasında komünistler Balkar ya da 3 büyük dağlık şehri yerle bir etti. Nihayet Karaçay ve Balkarlar komünistleri topraklarından çıkardılar ve Almanlar bölgeye girmeden önce kontrolü ele geçirmeyi başardılar.

 

Kafkaslar Almanlarla beraber neden gittiler?

 

Almanlar Kuzey Kafkasyalıların sevgi ve saygılarını kazanmak için hiç kimsenin dinine, özel mülkiyetine ve özgürlüklerine karışılmayacağını söyledi. Kapatılan camiiler birer birer açıldı ve kolhozlar kaldırıldı. Fakat Almanlar bölgede fazla uzun kalamadılar. Stalingrad bozgununun ardından geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu insanlar için oldukça acı bir darbe oldu bağımsızlık yanlısı bir çok insan ve lider aileleriyle birlikte yurtlarını terk edip Almanlara katıldılar. Yaklaşık 25.000 Karaçay, Balkar, Kabardey, Oset ve Adige Alman ordusuyla birlikte yurtlarını terk etti. Onları bunu yapmaya zorlayan sebep kendilerini suçlu hissetmeleri değildi fakat hiç biri bir daha Sovyet zulmü altında yeniden yaşanamayacağını düşünüyordu.

 

Alman-Adige işbirliği" iddiaları

 

1943 yılında Karaçay ve Balkar halkları korkunç bir felaketle yüz yüze geldiler. NKVD ve NKGB kuvvetleri Karaçay Özerk Bölgesi ve Kabardey Balkar Özerk Cumhuriyeti sınırları içerisinde Balkarların yaşamakta oldukları toprakları işgal etti bu talihsiz insanlar büyük bir kıyıma uğradılar ve toprakların dan sürüldüler.

Bu korkunç olaydan 2-3 ay sonra katliam senaryosunun ikinci perdesi Çeçen- İnguş Cumhuriyetleri'nde sahneye kondu. Kızıl Ordu'nun 26. Kuruluş yıldönümüne tesadüf eden 23 Şubat 1944 tarihinde daha önce hazırlanmış olan sürgün planı inanılmaz bir hızla tatbik edildi. Stalin, Molotov , Nikoyon ve diğer hükümet yetkililerinin imzaladığı kararname bu operasyonun yasal dayanağıydı.

Tüm bu olayların üstünden iki yıl dört ay geçtikten sonra Sovyet hükümeti, Pravda ve İzvetsia gazetelerinin 26.06 1946 tarihli nüshalarında Çeçen-İnguş ve Kırım Özerk Cumhuriyetlerine son verildiğini duyurdu. 25.06.1946 tarihli Sovyet yüksek şurasının aldığı karar şöyleydi: "Alman faşistlerinin işgal hareketlerine karşı SSCB'nin vatansever insanları vatanlarının bağımsızlığı ve şerefi için kahramanca savaşırken Alman propagandasına kanan birçok Çeçen ve Kırımlı Tatar silahlı gruplar oluşturarak Alman ajanlarıyla birlikte Sovyet birliklerine arkadan vurma girişiminde bulundu. Üstelik Çeçen-İnguş ve Kırım Özerk Bölgelerinde yaşayan yerli halk, bu hainlere karşı tepkisiz kaldı bu sebepten ötürü Çeçenlerin ve de Kırımlı Tatarların anavatanları haricinde başka bölgelerde iskan edinmelerine karar verilmiştir."

Şu da bir gerçek ki 2. Dünya Savaşı süresince Alman orduları, Çeçen-İnguş Cumhuriyeti topraklarını işgal edemedi. Ele geçirdikleri topraklar Adige, Çerkes, Karaçay Özerk Bölgeleri Kabardey, Balkar ve Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyetleri ile sınırlı kalmıştır. Bu demek oluyor ki Almanların Çeçen-İnguş halkı ile direkt bir temas kurma ve ayrılıkçı gruplar organize etme şansı olmamıştır. SSCB'ye bağlı diğer cumhuriyetlerle olduğu gibi bazı Alman casuslarının Çeçen-İnguş Cumhuriyetine sızma teşebbüsleri olmuş olabilir. Fakat bu casuslarla mücadele etmesi gerekenler devletin emniyet güçleridir, bu topraklarda yaşayan siviller değildir. Fakat Ruslar halkın tamamını bundan sorumlu tutmuşlardır. Savaşın başında kızıl ordu askerleriyle birlikte esir alınan fakat daha sonra Kafkas lejyonuna katılıp Sovyetlere karşı savaşan Çeçen gruplardan ötürü tüm Çeçen halkı Sovyet idarecileri tarafından sorumlu tutulmaktadır. Oysa Ruslarda dahil olmak üzere tüm SSCB cumhuriyetlerinde buna benzer gruplar ortaya çıkmıştır.

Tüm bunlardan Kuzey Kafkasya da yaşamış bu acımasız soykırıma gerekçe olarak gösterilen Alman iş birlikçiliği suçlamasının tutarlı bir tarafı olmadığını anlıyoruz. Zira söz konusu katliamın dayanağı gerçekten bu olmuş olsaydı benzeri isyan hareketlerine sahne olan diğer bir çok SSCB cumhuriyetleri de Çeçenlerle aynı kaderi paylaşıyor olurdu. Bu barbarlığın asıl sebebi Çeçenlerin vatanlarının istiklali için hiç yılmadan verdikleri kahramanca mücadeledir.

 

Sürgüne dair itiraflar

 

Karaçay Balkar ve Çeçen-İnguş halklarının trajik alın yazısı Moskova'da belirlendi. Politküronun özel bir oturumunda bölgedeki özerk bölge ve cumhuriyetlere son verilip buradaki insanların Sibirya'ya sürülmesine karar verildi.

S. Kuliev, Almanların bölgeden çekilmesinin ardından komünistlerin kontrolü ele geçirdiklerini ve ardından halktan intikam alırcasına acımasız bir katliam başlattıklarını söylüyor. Katledilenlerin çoğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğunu hatta halktan komünist olanların dahi bu kıyımdan kurtulamadıklarını, kalan nüfuzun ise önce yaya olarak Nakutke oradan da trenlere doldurulup Sibirya'ya götürüldüğünü anlatıyor. Özgürlükçü fikirleri olan Albay G. Tokaev, bu hadiseyle ilgili daha teferruatlı bilgiler veriyor. Onun sürgün hakkında yazdıkları bu olayın içinde bizzat yer almış eski bir üst düzey NKVD yetkilisi tarafından da doğrulanıyor.

Daha sonra 1954 yılında Avrupa'ya kaçmak zorunda kalan Grigori Burlutsky soykırım hadisesinde bizzat yer aldı ve bu acımasız olayda gösterdiği yaralılıktan dolayı üzerinde "1944 yılı hatırasına-NKVD " yazısı işlenmiş bir İsviçre saatiyle ödüllendirildi. Kendisi başından geçenleri şu şekilde anlatıyor:
"Ben o zamanlar NKVD'de düşük rütbeli bir görevdeydim. NKGB ve NKVD yetkilileri askerlerin eşliğinde her eve tek tek uğruyordu. Askerler evin etrafını çevirdikten sonra ev halkını dışarıya çağırıp devletin sürgün kararını okuyordu.

Her aileye 100 kilogramı geçmemek koşuluyla eşyalarını toplayıp evlerini terk etmeleri için 1 saat verildi. Bu şartlar altında 1 saat içinde her aile tek tek toplanıp kamyonlara dolduruldu. Manzara çok feciydi, kadınlar göz yaşları içinde feryat ediyor, ne olup bittiğinin farkında olmayan çocuklar ise hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yalvarıp yakarmaları boşunaydı. Bu şekilde kamyonlara doldurulan sivil halk önceden tespit edilmiş toplanma yerlerine nakledildi. Buradan tekrar kamyonlarla hayvan vagonları içinde yolculuk edecekleri tren istasyonlarına götürüldüler."

 

Çeçen-İnguşlara müthiş oyun

 

Çeçen-İnguş cumhuriyetine son verilmesiyle ilgili sağlıklı bilgilere ulaşabilen ilk kişi olan Albay G. Tokaev olanları şöyle anlatıyor: Sovyetler Kuzey Kafkasyalıların intikamından ve isyan bayrağı açmasından çekindikleri için bu sorunu kökünden çözmeye karar verdiler . Bunun üzerine komünistler silah zoruyla baş edemedikleri Kuzey Kafkasyalıları oyuna getirmek için planlar yapmaya başladı. Sovyet hükümeti planladığı bu operasyona büyük önem veriyordu. Bu yüzden Grozni kentinde operasyonun sevk ve idaresini yürütecek bir karargah kuruldu karargahın kumandanlığına General Serov getirildi. Ayrıca birçok üst rütbeli subay bu operasyonda görev alacaktı."

Burlutsky, operasyonun ne kadar cesurca uygulanacağını şöyle anlatıyor:

Çeçen-İnguş Cumhuriyetlerinin her yerinde güzel bir hava hakimdi. Benim birliğimin konuşlandığı yerleşim biriminde tarihe kara bir sayfa olarak geçecek olan bu gün, şenliklerle ve kutlamalarla başladı. Kızıl Ordunun kuruluşunun 26. yıl dönümü etkinlikleri çerçevesinde parti ve hükümet liderleriyle parti üyelerinin de içinde bulunduğu kalabalık guruplar toplantı meydanına geldiler. Başlarına geleceklerin farkında olmayan halk milli marşlarını hep bir ağızdan söyledi ardından bizim birliğin bandosu da marşlar çalarak kalabalık içinde yarini aldı. Daha sonra Çeçen-İnguş Cumhuriyeti yerel parti ve hükümet liderleri protokolde yerlerini aldılar. Bunların arasında Rus komünistler de vardı.

Kürsünün önünde toplanmış olan kalabalık yerel komünistler, askeri erkan ve sıradan Çeçen vatandaşlardan oluşuyordu. Törenlerde coşkunun doruğa ulaştığı esnada operasyondan sorumlu bölüğün kumandan vekili kürsüye çıkarak Sovyet hükümetinin Çeçen halkının sürgün edilmesine yönelik verdiği kararı halka duyurdu. Kumandan vekili sözlerini, "Şu antoplanmış bulunduğumuz bu meydan silahlı gruplarca çevrilmiştir. Yani karşı gelmeye çalışmanız aptallıktan başka bir şey olamaz" diyerek tamamladı.

Halk onun bu uyarısının ardından etrafına bakınca gerçeği tüm çıplaklığıyla gördü. Yüzlerce ağır ve hafif makinelinin namlusu meydandaki sivil Çeçen-İnguş halkının üzerine çevriliydi.

Daha sonra komutan vekili herkesin silahlarını teslim etmelerini emretti. Silahı teslim etmeyenlerin anında vurulacağı uyarısında bulundu.

Meydandakiler kulaklarına inanamıyordu hepsi şaşkınlık içindeydi. Sovyet hükümeti kendilerine alçakça bir oyun oynamıştı. Halk olup bitenlerin ne manaya geldiğini kısa sürede anladı ve parti liderleri Politbüro ve hükümet üyelerinin resimlerini kızgın kalabalık yere fırlattı. Kutlamaya katılan herkes askerlerin emirlerine uydu. İnsanlar sıraya girerek silahlı muhafızların gözetiminde şehirden çıkartıldılar ve kırsal alandaki buluşma noktasına götürüldüler. Şubatın 23'üydü ve hava buz gibi olmasına rağmen halk saatlerce açık havada bekletildi. Her şeyden habersiz evlerinde oturan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar daha sonra zorla kamyonlara bindirilerek aynı buluşma noktasına götürüldü daha sonra buradan toplanan insanların tümü yine kamyonlarla sürgünde yaşayacağı topraklara götürüldü.

Bu şekilde yaklaşık 1.000.000 Çeçen, İnguş ve Karaçay-Balkar ana vatanlarından zorla koparıldı ve bilinmeyen bir yöne doğru yol almaya başladı. Sonradan bu talihsiz insanların Sibirya Taygalarına ve Orta Asya steplerine götürüldüğü öğrenildi. Uzun bir süre Sovyet terörünün bu zavallı kurbanları hakkında hiçbir bilgi alınamadı. Ancak 11 sene sonra 1955'te sürgündeki insanların durumları öğrenilebildi.

 

Soykırım karşısında BM'nin tavrı

 

II. Dünya savasının ardından 1946 yılının aralık ayında soykırım meselesi ilk kez BM'nin gündemine geldi. Fakat ne yazık ki Hitler'in Yahudi milletine karşı Uyguladığı soykırım gündeme getirilip incelenirken Sovyetlerin Kalyu ormanlarında ve Kafkas dağlarında işlediği suçlar gündem dışı kaldı. Sovyet temsilcilerin de katıldığı bir oturumda BM, soykırımı bir insanlık suçu olarak kabul ettiğini ilan etti ve bu insanlık suçunu işlemiş olanlar karşısında nasıl bir tavır alınacağı masaya yatırıldı. 1948 yılında BM genel kurulu soykırıma ilişkin mutabakat metnini onayladı. Dolayısıyla Sovyet hükümeti de buna imza koymuş oldu. Ne yazık ki BM soykırıma karşı olduğunu belirtmekten öteye gidemedi. Böylece Sovyet hükümeti yaptıklarının hesabını vermekten kurtuldu.

Buna rağmen BM'nin resmi oturumlarından birinde Kuzey Kafkasya'daki soykırıma dolaylı yoldan değinildi. BM Ekonomik Sosyal Konseyi Konferansı 10.08.1951'de yapıldı. Oturumlardan birinde Orta Doğu ve Afrika'daki ekonomik durum üzerinde yapılan tartışmalar esnasında Sovyet delegesi, Anglo Saksonların Doğu'daki insanları sömürdüğünü söyledi. Bunun üzerine söz alan İngiliz delegesi Corley Smith Sovyet delegasyonuna Çeçen-İnguş Cumhuriyeti ne son verilmesi hadisesini hatırlattı.

Sovyet Hükümetinin kırım ve Çeçen-İnguş halklarına karşı işlediği insanlık suçları üzerine yapılan tartışmalar uzadıkça uzadı fakat somut bir sonuç elde edilemedi. Diasporada yaşayan kuzey Kafkasyalıların bir araya gelerek oluşturduğu heyetler bir çok defa Kuzey Kafkasya da ki soykırım iddialarının BM kararnamesinin 87. Paragrafı dahilinde incelenmesi için başvuruda bulundular. Bu grup BM insan hakları departmanından bir yanıt aldı. Yanıtta bu soru önergesinin ancak 75. Paragraf kapsamında sunulduğu takdirde ekonomik ve sosyal konsey bünyesinde ele alınıp tartışılabileceği fakat Kuzey Kafkasya'daki soykırım iddialarına yönelik bir soru önergesinin BM gündemine taşınabilmesinin üye ülkelerden birinin bu önergeyi sunmasıyla mümkün olabileceği söylendi. Bu şart ana vatanlarında baskı altında yaşamak zorunda kalan ve kıyımauğrayan kardeşlerine yardım edebilmek için çırpınıp duran Kafkasyalılar için aşılamayacak bir engeldi.

Ramazan Karcha (Prof. Mahmut Arslanbek) - 1956 - Münih / (F.Taştekin)

 

FORUM

RADYO

CHAT

SİTE HARİTASI

KÜNYE